Ya da yeni bir yönetim türü üzerine düşünceler…
Sadece tüm Türkiye’de değil ama tüm dünyada bir gürültü, bir serencam kopmakta. Tam anlamı ile bir vaveyla! Sağırlar diyaloğu, hengame! Sayıca çoğalan, etkinlik ve güç olarak yükselen yeni rejimin karakteri üzerine: Kimi “Popülizm diyor” ve sağ populizm-sol popülizm diye ayrımlar koymakta. Adeta sol populist rejimler ‘biraz yaramaz ama iyi çocuklar’ sayılırken öte yandan sağ populizm ise tukaka! ediliyor.
Popülizm, iktidara gelmenin yollarından biri iken, yani politika yapma biçimi, nispeten demokratik toplumlarda seçmeni kitlesel ve şuursuz/dayanaksız/yarı pişmiş sloganlar ve vaadlerle, propaganda ile arkasında toplama yolu iken; bunun sonucunda ortaya çıkan rejim ne oluyor. Ortaya hoyrat, saldırgan, ikonoklast, radikal, mevcut kurumları ve statükoyu kategorik olarak yıkmayı azmetmiş ama kendi içinde yıkıcı çelişmeleri taşıyan bir melez, … hatta gudubet bir rejim ortaya çıkıyor ya da çıkmaya çalışıyor!Burada yanlış anlamayı önlemek için bir vurgu yapmak gerekiyor: Popülizm [Halkçılık] toplum ve en alt tabakalarının suyuna gitmek, yalakalık etmek değil… toplumun damarına göre şerbet verip, içgüdüselbeklentilerini pohpohlamak, siyasetin düzeyini halkın anlayacağı kadar basitleştirmekten ibaret!
Nazi rejimi bunun ilk olmasa bile epey olgun örneklerinden biri sayılmalıdır. Kaba bir bakışla dahi ön plana çıkan özellikler belirginleşiyor: Kitleyi sürükleyici içi boş sloganlar; Lider tapınmacılığı, Devletin içten ele geçirilmesi; Mağduriyet edebiyatı; Yargının ideolojik bir organa dönüşmesi; Partizan burjuvazi; Köleleşmişbasın; Muhalefetin içinin boşaltılması ve sonra da tümden imha edilmesi; Kitlenin, özellikle de gençliğin milis halinde örgütlenmesi…..
Bu durumda popülizm dalgası üzerinde gelinen iktidarın karakteri nedir? Gideceği yön, olası sonuçları nelerdir? Bu konuda siyaset bilimcileri arasında özde olmasa dahi ifadede hatırı sayılır bir farklılık var! Bazı yerlerde “melez demokrasi”, ya da “sanal demokrasi”, “yarı-demokrasi” “seçim demokrasisi”, “sanal/sözde demokrasi”, “özgürlüksüz demokrasi”, “yarı/yumuşak/seçimsel otoriteryenlik” denirken bazı kuruluşlar da[Freedom House] “kısmen özgür” etiketini koyuyor!
Biz burada bir yandan bu nispeten olguyu incelerken bir yandan da Türkiye bağlamında ne şekil aldığına, kavrama uyan ve varsa ters düşen, uymayan, farklılaşan yönlerine bakmaya çalışacağız. Yukarıdaki tanımların ortak özelliğinden başlarsak; Hemen hepsinde bir ölçüye kadar demokrasiye referans var. Öte yanda ise demokrasiden eksik olan ya da gittikçe uzaklaşan unsurlar da var.
Konuya uzun zamandır kafa yoran ve bu tür rejimlerin özgeçmişini az da olsa II. Dünya savaşının öncesine ama çoğunlukla sonrasına bağlayan uzmanlar genel bir kavram olarak “Rekabetçi Otoriterlik” kavramında buluşuyor. En kısa tanımı ile:
Ya da:
-Görünürde demokratik ama özünde otoriteryen bir rejim!
Bu olguyu bir anlamda devlet’in tanımlarından birini kullanarak açıklık getirebiliriz: Nasıl ki devlet hakkında yaygın klasik tanım “Toplumun içinden doğan, ama giderek topluma yabancılaşan baskıcı bir üstyapı kurumu!” ise, “Rekabetçi Otoriter” rejim için de “Demokrasinin asgari zemininden doğan ama süreç içinde ona yabancılaşmakla kalmayıp yoketmeye eğilim gösteren bir ara rejim!” diyebiliriz…
Hal böyle olunca böyle bir rejimin nasıl ortaya çıktığı, meşruiyeti, nereye doğru yöneldiği, olumsuz ve varsa olumlu unsurlarının neler olduğu akla ilk gelen sorular! Bunları inceleyip anlayabilmek ise zorunlu olarak bizi popülizmin ve otoriteryenliğin köklerine yönlendiriyor. Esas itibarı ile iki temel olguya; II Dünya Savaşının sonucunda karşılaşılan durum ve Doğu Blokunun yıkılışı sonucu serbest [kontrolsüz] kalan devletler. Tabii bunlara demokrasinin bilinen şekli ile hemen hiç gelişmediği, yapısal olan sallantılı Latin Amerika, Afrika ve Uzakdoğu ülke/rejimlerini eklemek kaçınılmaz oluyor!
Görebildiğimiz ilk unsur gerek çok eskiden beri varolan ve gerekse yeni ortaya çıkan bu devletlerde ya zayıf hükümet, siyasi partiler, yargı, devlet bürokrasisi, sosyal sınıf, ekonomiler, yönetim kurumları olması, ya dramatik ve radikal bir altüst oluş, geçiş dönemlerinde oluşları… Bu durumun kaçınılmaz sonucu olarak ta toplumda çok geniş, apolitik, ama toplum dışına itilmiş ‘memnuniyetsizler’ kesiminin varlığı kilit rol oynamakta. Bunlara diğer bir deyişle ‘mağdurlar’ dersek konu daha bir ete kemiğe bürünür gibi oluyor.
Doğal olarak çoklu-sınıflı, çoklu-kültürlü, çokuluslu, çoklu inançlı toplumlarda karakteristiğine uygun olarak mağduriyetler de farklı farklı olacaktır. Ezilmişlik, Yoksulluk, rejimin alt tabakalara yabancılaşması, yığınsal iltica, topraksızlaşma, dozu giderek artan lümpen milliyetçilik, dinsel kışkırtma, örgütlü olamama, temsil edilememe gibi mağduriyetlerin yanı sıra bizde olduğu gibi zaten genelde eğitimsiz/düşük eğitimli bir toplumda devlet eli ile uygulanan otoriter laiklikten mustarip dindar kitlelerin mağduriyeti de bulunuyor.
Evet, belki artık darbelerle değil ama rejimler bu defa da demokrasinin mekanizma ve imkanlarını son çözümlemede demokrasilere karşı kullanan seçilmiş liderler tarafından yıkılıyor. Kullanılan yöntemler ise demografik, kültürel farklılıklar bir yana bırakılırsa aynı: Yargının yandaşlarla doldurulması, susturulması, kararlarına uyulmaması ya da sürgün, tutuklama, görevden alma, meslekten atma ile ‘terbiye edilmesi’,, Anayasanın yeniden yazılması ya da işlevsiz hale getirilmesi, Statükoda ‘fiili durum’ yaratılması, medyanıncezalarla susturulup mükafatlarla satın alınması, tümü ile sadık, çığırtkan ve sanallaşmış bir medya ile gerçeküstü gündemler yaratılması, seçim yasalarının muhalifleri zayıflatacak şekilde yeniden yazılması, bu bağlamda seçim otoritelerinin de yandaşlaştırılması, yargı, yasa koyucu, kontrol-denetleme mekanizmalarının meclis çoğunluğu tarafından boğularak işlevsizleştirilmesi, seçmen listelerinin iğdiş edilmesi, Jerrymandering denilen biçilmiş kaftan seçim bölgeleri oluşturulması, seçim yarışında korkunç adaletsizlik, çarpıtma, oy çalma vb… demokratik kurumların amaç dışı kullanımı, devlet kaynaklarının seçmen ve destek tabanı yaratma amaçlı sorumsuzca israfı, devlet bütçesi, özel ve kamu bankalarının amaçlı ve planlı yağması, Türkiye özelinde olduğu gibi dinin sadece astronomik düzeylerde yaygınlaştırılması değil ama aynı zamanda toplum mühendisliği için en elzem materyale dönüşmesi, bu yolla laik kurumların çökertilmesi, Öz örgütlenmeler ile milis oluşturma girişimleri, alternatif eğitim ile [vakıflar, yurtlar, dershaneler, kurslar] laik eğitimin içi boşaltılarak gelecek için seçmen kitlesi oluşturma çabaları….
Ama artık sokaklara çıkmayan tanklar, askıya alınmayan meclisler, anayasalar, henüz tamamen ilga edilmemiş demokratik kurumlar, iptal edilmeyen seçimler, hala oy kullanan toplum, seçilmekten başka şansı olmayan otokratların iç organları tamamen boşaltılmış ama cilası hala yerinde duran “cici demokrasi”!Demokrasinin giderek yokoluşunun yeni yolu: yavaşça ve zorlukla farkına varılacak küçük küçük adımlarla! Bütün bu süreçte unutulmaması gereken Aşil’in topuğu ise demokrasinin daha başlangıcında azgelişmiş, zayıf, kurumlar ve esaslı geleneklerden yoksun olduğu gerçeğidir.
Dolayısı ile rekabetçi otoriter rejimlerin uygulamaları rastgele, keyfi, fevri tutum ve davranış olarak görülmemeli ve tam da tersine belirli bir plana ve beklentiye hizmet eden uygulamalar olarak hesaba katılmalıdır. Örneğin bir medya gurubunun yüz milyonlarca lira cezalandırılırken yandaş bir müteahhite aynımiktarda vergi affı uygulanması medyayı ele geçirmek ya da susturmak planının yanısıra yandaş burjuvazi yaratma uygulamasıdır. Yandaş burjuvazi oluşturulması çabası izole ve tekil bir politika olarak görülmemeli, entegre, çok-boyutlu, işgalci, kendilerinden önceki vesayet burjuvazisini ikame eden bir uygulama olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Diğer bir deyişle bu uygulama ekonomik anlamda entegre bir karşı-devrim, rejimi dönüştürme çabasıdır ve bu girişim an itibarı ile kendisini konsolide etme yönünde epey mesafe kaydetti. Buna vesayet burjuvazisinin mülksüzleştirilmesi, vakıf adı altındaki doğa, tarihi eser, arazi yağması, yeşil sermayenin ulusal çapta yeniden örgütlenmesi, eski suç ortaklarının bir kenara atılması, pasifize ve hattakriminalize edilmesi… Buna hatta yandaş sermayenin askeri yapılara kadar sızması da dahil edilebilir. Bu sızma tarzı gelişme çıplak gözle görülenden çok daha büyük olup asıl boyutları belki de onyıllar sonra anlaşılacaktır.
(Devamı var)
Hikmet Pala
06-02-2019 Pomaknews / Londra
About Post Author






Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.