Bu arada tarihin en büyük göçlerinden biri 1923 Rum Türk Mübadelesi yaşandı. Türkiye’nin zoru ile. Bakın ‘sınıfsız ayrıcalıksız saf bir ulus’ yaratmak adına yapılan hunharlık Vikipedi’de nasıl anlatılıyor:
Mübadele ile, 1.250.000 Ortodoks Hıristiyan Rum Anadolu‘dan Yunanistan’a, 500.000 Müslüman Türk de Yunanistan’dan Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmıştır. Mübadele kapsamına giren kişiler ile mübadele kapsamına girmeyen kişiler arasındaki ayrımın ana kriteri ırk ya da dil değil din olduğu için Rum denilenlerin arasında, Türkçe‘den başka dil bilmeyen ve konuşmayan Türk Ortodoks Hıristiyan Gagavuzlar ile Karamanlı Ortodoks Hıristiyan Türkler, Yunanistan’dan gelen Müslümanların arasında da Türklerin yanında Bulgarca konuşan Pomaklar, Romence konuşan Ulahlar, Rumca (Yunanca) konuşan Patriyotlar ve kendi dilleriyle konuşan Arnavutlar da bulunmuşlardır.
Bunun ardından Ortak bir dil üretmek gerekiyordu, Türk Dil Kurumu [TDK] imdada yetişti. O yıllarda M. Kemal’in dahi bazı nutukları kargaları güldürecek kadar saçmadır. Bu konuda Engin Ardıç’ın yaptığı benzetmeleri tavsiye ederim, çok komik. Şimdilik Ahmet Kekeç ile idare edin: Madem Kongre yerine ‘Kurultay’ o halde neden CHP’ye “Kamu Buyrum Tüz Bölemi”, Meclis’e “Kamutay”, milletvekiline “saylav” demiyoruz?
Daha sonra, ya da bunlarla birlikte bir de aslında Türklükle ilgisi olmayan azınlıkların: Aslında Türk, aman efendim, Türkten daha Türk, hem de nah bööle bööle Türk olduğuna ‘ikna etmek’ gerekiyordu. Tabii bu işler bir kültür ve iletişim aygıtları bir yanda, hazreti sopa öte yanda, resmi eğitim beri yanda birkaç kolda yapılacaktı. Düşünsenize Tüm bakanlıkların içinde niye sadece eğitim ve savunmanın başında Milli var? Niye ordu profesyonel orduya karşı? Çünkü her ikisinin de öğüterek millet yaratma misyonu var da ondan.
E peki Türklüğü Kabul etmeyenler ne olacak? Haa işte o hazreti sopa’nın görev alanı. Sayıları 30’u bulan Kürt isyanlarının ezici bir çoğunluğu 1923-35 arasındaki dar bir zaman diliminde yer aldı? Şeyh Said, Kocgiri, Dersim ayaklanmaları, ‘asli kurucu unsur’ olan Kürtlere verilen sözlere ihanetin sonucudur. Devlet önce onları oyaladı, istikrarı sağlayıp orduyu güçlendirince de kendi insanlarının üzerine saldı. Kürt İsmet’in emri ile Pomak Mustafa’nın manevi kızı Ermeni Sabiha Gökçen Alevi Kürdü Dersimlilerin üzerine gaz bombaları attı ve dünya tarihinde ilk havadan bombardıman yapan kadın pilot Türk olarak devletinden madalya aldı.
Hemen ardından da 1934 Trakya olayları geldi. Trakyadaki Yahudilerin tarımdaki refahını hazmedemeyen Turancılar, başlarında Nihal Atsız, halkı kışkırtmaya başladılar ve bir öğleden sonra bir haham öldürüldü, onlarca Yahudi kızın ırzına geçildi ve tüm Trakyadaki Yahudiler yarım gün içinde herşeylerini bırakıp İstanbula, oradan da Filistine kaçtılar. Yüzbinlerce Yahudi, 6 saat içinde…. şöyle bir düşünün. Ayni Nihal Atsız vasiyetinde Pomaklardan Türklüğün iç düşmanı diye söz eder. Şimdi Trakyada açılan MHP şubelerine giden pomaklar kına yaksın.
Bunun ardından 6-7 Eylül olayları da geldi ve 1934 Trakya olaylarının aynısı bu defa da İstanbullu Rumlara uygulandı, sonuçta binyıllardır bu topraklarda yaşamış, medeniyetler kurmuş Rumlar ve 1600’lerden beri Katolik Engizisyondan kendilerine kucak açan Osmanlıda yaşayan ve ülkeye en nadide sanatçıları, devlet adamlarını veren Rum ve Yahudiler şimdiki sayıları birkaç bin olan ve çok yaşlı bir gurup insana indirgendi.
Tamam da, bu ‘gavur’lar! Ya diğerleri? Biz yani, Türk olmayan ama Türkleştirilenler. Benim Üniversite yıllarımda yapılan bir araştırma Türkiye’de 36 ulusal özellik taşıyan, 30’a yakın da etnik ve aşiret özelliği gösteren gurup saymıştı. Bunlara ne oldu?
İşte burada da kapitalizme ve ulusal Pazar yaratma konusuna kısa bir gezinti yapalım: Fransız devrimi sonucunda yaratılan Jakoben [Aşırı Merkezci] devlet, o dönemde şimdikine benzer bir ulusal Fransızcayı konusan nüfusun ancak %12 civarında olduğunu tespit etmiş. Garibaldi’nin alt tarafı 150 yıl önce onlarca şehir devletini birleştirip devlet yaptığı İtalya’da bu oran daha da düşükmüş.
O zaman her ikisinden çok daha geri olan Cumhuriyet’i siz düşünün. Çare: Milli eğitim! E peki yani herkes kendi dilini öğrense, dinine inansa, kendi hayatını yaşasa olmuyor mu? Hayııır, olmaz! Çünkü bunu yapmak için demokrasi gibi hoşgörülü, insana dayanan bir rejim lazım. Eh daha önce bir çeşit demokrasi vardı, onu hallettik, becerdik onun yerine askerlerin kurduğu askeri bir rejimle topluma cerrahi müdahale yapalım, ne çıkarsa bahtımıza.
O yüzdendir ki CHP tek parti diktatörlüğü zamanında ‘Vatandaş Türkçe Konuş’, ‘Yerli malı kullan’, Türkün Türkten başka dostu yoktur’, ‘Ne mutlu ….’, ‘Türküm doğruyum…’ şeklindeki beyin yıkama kampanyaları başladı.
Bunları her sabah içilen antlar, her firsatta okunan milli marşlar, şuursuz milli bayram ve resm-i geçitler, şimdilerde her tümseğin üzerine apartman büyüklüğünde bayraklar- hatta bayrak mitinglerinde 2 kilometre-İKİ KİLOMETRE– uzunluğunda bayrakları ekleyin, ve bu saydıklarımı binlerce defa takrarlayın, o zaman ne demek istediğim biraz daha anlaşılır.
Size çok samimi söyliyeyim: Bu yazdıklarım, yapılanların üstünde bir çizik bile değildir. Olay çok daha vahim, içler acısı ve bir sırtlanı dahi ürpertecek kadar zalimce.
Şimdi siz bana söyleyin: Pomakların asimile olması için ayrıca dayak gerekiyor mu? Bir insanın elinden çaresini aldığınızda artık ona ne yapsanız o aynen kabul eder. Kıyaslama imkanı olmadıktan sonra, daha iyisinin varlığından haberi olmadıktan sonra boyun eğmekten başka ne yapacak.
Peki yapılması gereken ne? Osmanlıya mı dönelim?
-Hayır, Önümüzde daha da demokratikleşmek ve rejimin temeline; millet, dini, cinsiyet, ve sosyal sınıfı değil,….. İnsanı koyan Demokrasiyi, demokratik haklarımızı savunalım, talep edelim. Eski rejimler insanın yukarıda saydıgım sıfatlarına göre kurulmuştu, artık uyanalım ve rejimin temeline insanın öznesini koyalım, koyanlara da destek olalım. Sadece üfürükten tayyare millet yapmakla yetinmeyen ama o yarattığı millet dahi güvenmeyen vesayet rejimine karşı çıkalım.
Ama o ayrı bir konu. Tanıdığım birileri bana: Hikmet abi boş yer kaldı, hadi bişeyler saçmalasa! deyinceye kadar onu bir kenara bırakalım!
O yüzden ‘bizim öğretmenler bize dayak atmadı, benim öğretmenim Pomakça öğrenmeye çalıştı gibi saçmalıklarla uğraşmayın. Tehlikenin en büyüğü size yumuşak yüzle, gülümseyerek yaklaşandır. Ders ortada: 1920’de hiç Türkçe bilmeyen Pomak köy ve kasabaları bugün hiç Pomakça bilmiyor. O zamanlar: Türk müsün? sorusuna; -Abe çucum, hepimiz Müslüman evladı değilmiyiz? diye cevap verenler şimdi: Biz Pomak Türkleri! diyor.
Biz eski solcuların Lenin’den geldiğini zannettiği, ama Victor Hugo, ve oradan Voltaire’e kadar uzanan özlü söz:
Hiç bir kafa, anlamak istemeyenki kadar cahil olamaz!
Jif i zdraf na fsichkitevi, brate i sestri Pomachi
Hikmet Pala / 22. Aralık.2020Bristol/ İngiltere
About Post Author






Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.